15.05.2025
“BÜYÜK SABIR, İHTİYAT VE İHTİMAMLA SÜRECE DESTEK VERMEYİ ÖNEMLİ BULUYORUM”
“‘MECLİS’TE KOMİSYON KURUYORUZ, GETİR DEMOKRATİKLEŞME PAKETİNİ’ DESELER BEN HAZIRIM”
“TÜRKİYE SİYASET TARİHİNİN EN BÜYÜK YEREL SEÇİM BAŞARISINI KAZANDIK”
“İKTİDAR KENDİ İŞİNE BAKSIN, BAVULUNU TOPLASIN”
“İMAMOĞLU YÖNETİRKEN BEŞ YILDA BULAMADIKLARI KUSURU 11 AYDA BULUYORLAR”
“‘KURUCU ÖNDER’ DİYE TEŞEKKÜR EDİYOR, AMA KÜRT’ÜN BELEDİYE MECLİSİNE GİRMESİNİ KRİMİNALLEŞTİRİYOR”
“CUMHURBAŞKANINDA ÇOKLU KOLTUK YETMEZLİĞİ VE ÇOKLU YETKİ KARMAŞASI VAR”
“A, B, C, Z PLANIMIZ, EKREM İMAMOĞLU’NUN CUMHURBAŞKANLIĞI”
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, Habertürk TV’de yayınlanan Özel Röportaj programında Mehmet Akif Ersoy’un sorularını yanıtladı. Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özel, kendisine yöneltilen sorulara şu yanıtları verdi:
(Türkiye ve dünya gündemi içinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin gündemi bir yerde sıkışıyor mu?) “Gündemin çok hızlı değiştiği ve çok makro gündemlerin olduğu bir yerde bizim, Cumhuriyet Halk Partisi’nin uğradığı haksızlıklar, Cumhuriyet Halk Partisi üzerinden Türkiye demokrasisine yapılan hürmetsizlik, seçmene yapılan hürmetsizlik, bunun siyaseten bir karşılığının olması, bunun hesabının sorulması, seçmen iradesine yapılan darbe girişimine karşı seçmenin kendi iradesine sahip çıkma konusunda müteyakkız davranması, tepkisini ortaya koyması, bunu görünür kılması noktasında bizim aslında Türkiye demokrasisi açısından önemli bir gündemimiz var. Tabii hem ulusal gündemin, hem uluslararası gündemin bu kadar yoğun akışı bize odaklanma sorunu yaratmıyor ama gündem içindeki tuttuğumuz yeri, alanı zaman zaman daraltması açısından riskli. Tabii bir diğer risk olarak, bu kadar kritik gündemler varken, o gündemlere duyarsız kalıp kendi derdinize düşüyormuş gibi bir görüntü de doğru değil. Ama bu gündemlerin peşine takılıp Türkiye’de artık siyaseti işlevsiz, sandığı manasız, demokrasiyi göstermelik kılmaya çalışan ve bunun için de fırsat kollayan bir anlayışa karşı tepkisiz kalmak da çok yanlış. İkisinin birbirine temas ettiği ince çizgide dirençli, direngen, dikkatli bir siyaset izlemek durumundayım. O noktadayım.”
“CUMHURİYET HALK PARTİSİ, TÜRKİYE’NİN BİRİNCİ PARTİSİ”
(Terörsüz Türkiye sürecine Cumhuriyet Halk Partisi’nin yaklaşımı) “Birincisi ne övgü duymak için, ne de yergileri değersiz kılmak için siyaset yapıyor değiliz. Biz kendi siyasetimizi yapıyoruz. Doğru bildiğimizi savunuyoruz, doğru bildiğimiz yerde duruyoruz. Olumlu tarafı şu: Zaman zaman geçmişte, örneğin 2002 - 2007 dönemiyle ilgili birçok analiz duyduğunuzda ‘Adalet ve Kalkınma Partisi gündemi belirler, o gündem üzerinde siyaset şekillenir. Veya belli kırılma anları olur siyasetin. O kırılma anlarında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin gündemi doğru yerinden yakaladığı, yönlendirdiği…’ Şimdi ülkenin Cumhurbaşkanı ya da ülkenin beşinci partisinin Genel Başkanı Sayın Bahçeli, dön dolaş Cumhuriyet Halk Partisiyle, Genel Başkanıyla, Cumhurbaşkanı Adayıyla, belediye başkanlarıyla, siyasetiyle bu kadar meşgul ise bu kadar odaklarındaysa, Cumhuriyet Halk Partisi açısından işler yolunda gidiyor demektir. Türkiye’de çok açıkça ifade etmek lazım ki 31 Mart tarihinden itibaren fiilen de öyle oldu. Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye’nin birinci partisi. Türkiye’de iktidar ile muhalefet yer değiştirdi. Şu anda Cumhuriyet Halk Partisi siyasetin iktidar partisi. Cumhuriyet Halk Partisi’ne karşı muhalefet yapan önemli rakiplerimiz var. Bunlardan biri, Türkiye’nin ikinci partisi Adalet ve Kalkınma Partisi, diğeri de şu anda Türkiye’nin beşinci, altıncı partisi arasında gidip gelen Milliyetçi Hareket Partisi. Onlar uzun süre siyaseti domine ettikleri için, son seçimlerin iktidarını aldıkları için, şu anda genel olarak merkezi siyasette iktidar partisi olma yetkisini ellerinde bulundurdukları için… Anketler başka bir şey gösteriyor, yerel seçim başka bir şey gösteriyor. Psikolojik iktidar el değiştirmiş ama birçok yetki ellerinde. Onlar da Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu lider duruşunu, gündem belirleyen duruşunu, Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidara yürüyen bu duruşunu sekteye uğratmak için bir şeyler yapıyorlar.”
“HUKUK ZEMİNİ İÇERİSİNDE KALINMALI”
“Ben buna hiç itiraz etmiyorum. Hatta bundan çok memnunum. Ama burada hukuk zemini içinde, hakkaniyet zemini içinde kalmak lazım. Bizim temel itirazımız buna. Ben şuna itiraz ediyorum. Cumhuriyet Halk Partisi’ni kıyasıya eleştirsinler, rekabet yapsınlar, Cumhuriyet Halk Partisi’ne karşı her türlü tepkilerini dile getirsinler ama mertçe ve siyaset zemininde bunu yapsınlar. Örneğin çok net bir şekilde söylemek gerekirse Anayasamız şunu söyler: Hukukun üstünlüğü var. Hukukun üstünlüğü Türkiye’de hakimler ve savcılar eliyle tesis ediliyor. Onlara verilmiş birçok Anayasal güvence var. Millete de verilmiş bir Anayasal güvence var. Diyor ki ‘Karşındaki hakim ve savcının siyasi bir görüşü yoktur.’ Varsa da kendi bilir. Eşi bile bilmez. Öyle yetiştirilir onlar. Böyle olunca eğer bir hakim ve savcı dönüp de siyasete girmeye kalkarsa, yani ‘Herhangi bir savcı, herhangi bir siyasi partiden aday adayı bile olsa, bir daha bu görevine dönemez’ der. Şimdi Türkiye’de çok kritik kararlara imza atmış, örneğin Gezi kararına imza atmış, Demirtaş kararına imza atmış, Selçuk Kozağaçlı kararına imza atmış, Canan Kaftancıoğlu kararına imza atmış, böyle 9 kritik karara farklı mahkemelerde imza atmış bir hakim, hakimlik görevinden sonra siyasete soyunmuştu. Tayyip Bey de onu bakan yardımcısı yapmıştı. Bakan yardımcısı nasıl bir pozisyon? Tayyip Bey’den aktarıyorum ayniyle; ‘Eski sistemde bakanlar siyasiydi, müsteşarları teknikti. Şimdi bakanlar teknik, yardımcıları siyasi.’ ‘Bakan yardımcılarımız teşkilatımla bakanlık arasında gerekli iletişimleri sağlayacak olan kişiler’ deyip, bakan yardımcılığını böyle müjdelemişti kendi AK Parti teşkilatına. Zaten bakan yardımcılarının çok önemli bir kısmı da eski milletvekilleri gibi fevkalade siyasi kişilikler. O eski hakim bakan yardımcısıydı. O bakan yardımcısını aldı, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı yaptı. Şimdi İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı yapınca ne oluyor? Hepimiz adına adalet dağıtması gereken en önemli yere bir siyasi geliyor. Anayasa’ya göre yasak, gelmez. Nasıl geliyor? Çünkü o Anayasa bunları yasakladığı sırada bakan yardımcılığı diye bir görev yokmuş. O sayılmamış. Mesela siz benim yardımcım olsanız, ben de desem ki bir bakan yardımcısını başsavcı atayacağım. Siz bana dersiniz ki, ‘Özgür Bey bunu yapamayız.’ Anayasa bir kişinin siyasi görüşü belli olduktan sonra adliyeye dönmesine izin vermiyor. Bakan yardımcısı fevkalade siyasi bir pozisyon. Ben size desem ki, ‘E Anayasa’da yazmıyor.’ ‘Efendim yapmayın’ dersiniz, ‘Bu Anayasa yazılırken bakan yardımcılığı mı vardı?’ Şimdi böyle bir işle karşı karşı karşıyayız. Benim itiraz ettiğim şu anda bakın bize karşı mertçe siyaset zemini içinde bir mücadele veriliyor olsa başımla beraber. Hepsine cevap veririz. Benim yıllarım geçti. (Bir taraftan da bu yapılanların anketlere bakarak Cumhuriyet Halk Partisi’ni güçlendirdiğini mi düşünüyorsunuz? Size fayda getirdiğini mi düşünüyorsunuz?) Güçlendi, yüzde 40’lara dayandı oy. Bakın, bu yapılanların, bu gelen neyse bana da gelse, benden de gitse böyle olmaması lazım. Siyaseti, yargıyı alet ederek, bir operasyon yapıp, oradan fayda umup, sonra karşınızdaki direniş büyüyünce, AK Parti zarar görmüş, biz bu süreçten güçlü çıkmış olabiliriz. Ama ben bu sürecin kendisini yanlış buluyorum.”
“TARİHSEL TUTARLILIK İÇERİSİNDEYİZ”
(Terörsüz Türkiye konusunda Cumhuriyet Halk Partisi’nin pozisyonu hakkında) “Pozisyonumuz şu, tarihsel tutarlılık içerisindeyiz. Cumhuriyet Halk Partisi, hep söylenir. 1989 Kürt raporu SHP’nin vardı. Evet, o günden bugüne. Haksızlık yapmayalım, bundan önceki dönem Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu, ilk açılım süreci olduğunda da ‘Biz bu sürece kredi veririz’ demişti. Erdoğan da ‘Al kredini başına çal’ demişti. 3,5 saat sonra bu cevabı, birkaç gün sonra bile değil. Çünkü orada Erdoğan temel bir hata yapmıştı, biz de ona itiraz etmiştik. Şimdi aynı geçen süreçten alınan derslerle birlikte ben kendi doğru pozisyonumuzu tarif edeyim. Bir, biz terör bitsin isteriz. Hatta bir ara MHP diyordu ki, ‘Terörsüz Türkiye’ye ne diyorsunuz? Önce ona cevap verin.’ Evet diyorum, net. Terörsüz Türkiye’ye evet diyorum, ben niye terörlü Türkiye isteyim. Terörsüz Türkiye istiyorum. PKK terör örgütüydü, PKK silah bırakacağını açıkladı, PKK kendini feshettiğini açıkladı. Buna ilişkin elbette şüpheler olabilir, tartışmalar olabilir. Bunun başarılabilmesi durumunda ben bunu çok kıymetli buluyorum. Bu konuda üzerime, partimin üstüne ne düşerse bunu yapmaya hazırım. Net pozisyonum budur. (Yapıcı duruyorsunuz) Yapıcı duruyorum. Neden? Bu iş başarılırsa ne olacak? Şehit gelmeyecek. Ne Türk, ne Kürt anası ağlamayacak. Bu ülkenin milyarlarca, trilyonlarca doları, teröre, terörle mücadele adı altında silaha, mühimmata, dünyanın gelişmiş ülkelerinin silah tüccarlarına gitmeyecek. Nereye gidecek bu? Tabii ülkeyi kim yönetirse o karar verecek ama hele hele Cumhuriyet Halk Partisi’nin ülkeyi yönetmeye hazır olduğu bir dönemde, bu oluk oluk para emekliye akacak, işçiye akacak. Öğrencilerin gelecek umutlarına akacak. Sanayiye akacak, teknolojiye akacak. Ar-Ge’ye, inovasyona… Her şeye akacak. O para silaha gitmeyecek. Ben bu durumda niye terörsüz Türkiye’yi savunmayım. Terörsüz Türkiye’yi kim Türkiye’de savunuyorsa, bir fazlasını biz savunuyoruz. Bu kadar net. Buradaki pozisyonumuz net.”
“O GÜN BAŞARILAMADIĞI İÇİN BU KADAR ŞEHİT VERDİK”
“İkincisi, bunun başarılı olmasını istiyoruz. ‘Terörsüz Türkiye ya da terörün bitmesinin başarılı olmasının şartları nedir?’ diye baktığımızda, kendi geçmiş pratiğimize baktığımızda… Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, o zaman MHP de tam karşısındaydı. CHP’yi de AKP zorla karşısına itti. Parlamentoyu dışlayarak, siyasi partileri dışlayarak, hatta siyaset kurumunu dışlayarak, kişilerle… Erdoğan’ın görevlendirdiği üç kişi, Abdullah Öcalan’ın talep ettiği üç kişi gittiler, görüştüler. En son Dolmabahçe’de bir masa kurdular. İşte Habur’da bir meseleler oldu. Sürecin sonunda toplumsal mutabakat sağlanamamış olduğu için, mesele bir yerde patladı. Ardından ne oldu? Hendek olaylarında 249 şehit, toplamda da 2 bin 570 şehit verdik. O gün başaramadığımız için bu kadar şehit verdik. O gün başaramadığımız için bu kadar çok para kaybettik. Bugün bir kez daha deniyoruz. Demek ki bunu bir siyasi partinin değil, bütün siyasi partilerin ortaklaşabildiği bir zeminde… Dünyadaki başarılı örneklere baktığınızda toplumsal mutabakatın aranabildiği en önemli mecralar demokratik yönetilen parlamentolar. Parlamento zemininde oluşturulacak demokratik yönetilen bir komisyon marifetiyle, bütün partilerin katılımıyla… Çağırırsın ‘Ben gelmeyeceğim’ diyenin sandalyesi boş kalır. O başka bir şeydir. (Bugüne kadar olanları destekliyorsunuz. Bundan sonraki süreçte Parlamento’nun daha aktif ve güçlü olmasını ve bu sürecin içinde daha fazla yer almasını mı istiyorsunuz? Bugüne kadar olanlarla ilgili eleştirdiğiniz bir şey var mı?) “Şöyle var. Böyle bir süreci götürecekseniz, bu sürecin müzakere / negotiation süreci olur ama bir de bunun pre-negotiation süreci olur. O süreçte devletten bir takım görevliler rol alabilirler. Bir takım ön görüşmeler, ön müzakereler yapabilirler. Buradaki aktörlerin tamamının seçilmiş, aktörlerin tamamının doğrudan resmi yollarla yetkilendirilmiş olmasını bekleyemezsiniz. İstihbarat örgütleri, örgütle gider görüşürler. Bir miktar orada yol alınır. Orayı çok sorgulamamak gerekebilir. O sürecin çok uzun bir dönem olmaması, süreç alenileşmeden önce tüm siyasi aktörlere samimiyetle bilgi paylaşılması lazım. Bu aksadı. Bunu yapmadı.”
“BEN BÖYLE BİR İNORGANİK SİYASETİ DOĞRU VE SAMİMİ BULMAM”
“Biz her şeyi Devlet Bey’in düne kadar bize sadece bayramlaşıyoruz, Meclis’te selamlaşıyoruz diye, birbirimizi gördüğümüzde merhaba diyoruz diye, ihtiyaç duyduğumuzda konuşuyoruz diye, ‘DEM’leniyorsunuz, eli kanlı teröristlerle birliktesiniz’ falan filan dediği, hatta o dili 2014 yılında Erdoğan’a da söylediği. Erdoğan’ın da ona ‘Kandan beslenen vampirsin’ dediği bir pozisyondan, bir anda Devlet Bey’in DEM sıralarına gidip el uzatmasıyla, ondan üç hafta sonra da ‘umut hakkı’ falan dediği bir Meclis konuşmasıyla birlikte öğrendik. Devlet Bahçeli yıllardır ağzına geleni söyler, bize bu kadar haksızlık eder, bunu yaparken bir anda gidip bunları yapıyor. ‘Sakin olun, Devlet Bey demek devlet demektir. Devlet bir düğmeye basar, Devlet Bey 180 derece geriye dönebilir. Devletin menfaati odur. Emin olun şudur…’ Vallahi ben böyle bir inorganik siyaseti doğru bulmuyorum. Bunu samimi bulmam. Kim varmış da benim yerime, seçilmişlerin yerine, milletin takdir ettiklerinin yerine bir takım atanmışlar her şeyi bitirmiş, düğmeye basmış, siyasiler de bu yana yürüyorken, bu yana dönüp yürüyormuş. En ağır hakaretleri ediyorken, el uzatıp sıkıyormuş. Şimdi eğer bu baharı başlatacak ilk çiçeğin açmasıysa eyvallah. Şöyle söylüyorum bakın. Göreceğiz. Ama sürecin başında, süreç şeffaf işletilmediği gibi katılımcı işletilmedi. Toplumsal mutabakat evresine yönelik olarak doğru adımlar atılmadı. Hatta diğer partilerin bilgilendirilmesi sürecine başlandı, o da yarım kaldı. Birinci turu atacağız, ikinci turu atacağız, üçüncü turu atacağız. İşte Milli İstihbarat Teşkilatı gelecek, bilgi verecek filan… Yok. Şöyle bir şeye döndü iş. Hatta Allah rahmet eylesin gani gani, ben sevgili Sırrı Süreyya Önder ile konuşurken anlattım bunu. Dedim ki, ‘Dünyada bu işi başaranlar böyle yapmıyor. Böyle, böyle, böyle yapıyor.’ O dedi ki, ‘Yahu Başkan geçen sefer denedik. O zaman hedefimiz önce çözüm, sonra barıştı. Olmadı. Şimdi önce barış, sonra çözüm gelecek.’ Ben de dedim ki, ‘Peki bunun sonuç alacağından emin misiniz? Bu işin garantörü kim olacak?’ Dedi ki, ‘Sen olacaksın Başkan, ben olacağım. Kan dursun isteyen herkes olacak.’ O gün Pervin Hanım da vardı, Sayın Ahmet Türk de vardı. ‘Biz sahiplenirsek bu süreç yürüyecek.’ O zaman dedim, ‘Bu süreci Parlamento’ya açın.’ ‘Açılması lazım’ dedi. ‘Bunu siz de talep edin.’ Dedim ki, ‘Demokratik zeminde bu işin tartışılması…’ ‘Aksi olmaz’ dedi. Bugün DEM ile AK Parti arasındaki sürtüşme de o. Şimdi şöyle bir şeye inanmasını istiyor Sayın Erdoğan ve AK Partili milletvekillerine ‘Gidin, milleti inandırın’ diyor. ‘Biz Terörsüz Türkiye konusunda Abdullah Öcalan ile anlaştık.’ Evet. ‘O PKK’yı lağvediyor.’ ‘Başka da bir şey yok. Millet sakın pazarlık ediyoruz sanmasın. Taviz veriyoruz sanmasın. Bir anlaşma var sanmasın.’”
“MİLLET OYUNU GÖRÜYOR, CHP’NİN SAMİMİYETİ DESTEK GÖRÜYOR”
“Şimdi şimdi bile buralara geldiler. Ben bunu söylediğimde buna da kızıyorlardı iki ay önce. Diyorlardı ki ‘Terörsüz Türkiye demek kayıtsız şartsız silahların bırakılması demektir.’ Şimdi şu noktaya geliyor. Bugün Sayın Ahmet Türk’ün açıklamaları da çok önemli açıklamalar. Tülay Hanım’ın ilk gece yaptığı, Tuncer Bey’in hem bir gün önce hem dün yaptığı açıklamalar da. Diyorlar ki ‘Tamam bu adımlar atılacak da demokratik hangi adımların atılacağı, güven artırıcı önlemlerin sıralanacağı, bu işin takvimlendirileceği bir sürece ihtiyaç var.’ Bunu söyleyince Adalet Bakanı başka bir şey söylüyor. Cevap geliyor, ‘Süreci enfekte etmeyin’ diye Adalet Bakanı’na. Şimdi iş oy kaygılarıyla, hem bir sahipsiz bırakılma, hem yine oy kaygıları ile başarılı olacaksa bu başarıyı kimseyle paylaşmamak için geçen süreçte olduğu gibi AK Parti ile MHP, muhalefeti dışlayarak, kendini dışarıda tutmayan CHP’yi de kendince şeytanlaştırarak, hedefe koyarak, özellikle MHP için... Bir süreç yürütüyor. Buradaki oyunu millet görüyor. Bugün aldığım bütün anketlerde, bugün baktığımız bütün hızlı araştırmalarda burada CHP’nin samimiyetinin destek gördüğü ve CHP’ye yapılmaya çalışılan işin de resmen ne yapılmaya çalışıldığının millet tarafından doğru anlaşıldığı. MHP’ye yeni düşman lazım. Bundan beş ay öncesine kadar DEM şeytandı. Şimdi DEM’le, eskiden bize söyledikleri DEM’lenmeyi söylemek istemem ama şimdi DEM ile dost oldular. Ki olsunlar bence, doğrudur. Hiçbir parti şeytan değildir, olmamalıdır. Hele hele bu süreçten sonra o zehirli dile asla dönülmemelidir. Ama dönüp CHP’yi şeytanlaştırmaya çalıştıkları bir husus. Bir gün televizyon kanalında bir parti üyemiz çıkmış normal konuşuyor. Açıklama yapıyorlar, ‘Bundan sonra CHP terörsüz Türkiye’ye kayıtsız şartsız destek vermedikten sonra onunla görüşmeyeceğiz’. Ertesi gün bir süreç, devamında ‘Bayramlaşmayacağız.’ Biz terörsüz Türkiye’ye ‘hayır’ demiyoruz ki. Deyince de verecek cevap bulamıyorlar. Ama şu kadarını söyleyeyim; bu iş siyasete kurban edilecek bir iş değil. Biz geçen sefer bu işten başarısız olunca çok şey kaybettik. O yüzden ben büyük bir sabırla, ihtiyatla, ihtimamla bu sürece samimiyetle destek vermeyi önemli görüyorum. Bana yarın deseler ki ‘Arkadaş biz Meclis’e geliyoruz, bir komisyon kuruyoruz, sen getir demokratikleşme paketini’, ben hazırım. Benim 10 kişilik komisyonum aylardır çalışmış, hazırlanmışız. Yıllardır biriktirdiğimiz müktesebatımız var. Biz bu ülkede kan dursun, gözyaşı dursun, para doğru yere harcansın isteriz. Türkiye’nin kurtuluşu buradadır. O yüzden şu anda muhalefette olduğumuz için, ‘Bunu erteleyelim, bunu enfekte edelim, bunu bombalayalım, bunu sabote edelim. Biz iktidarımızda yaparız’ demiyoruz. Ama şunu diyoruz: Bu iktidar bu süreci beceremezse, biz kendi iktidarımızda Türkiye’yi terörden kurtarıp Kürt meselesini demokratik yoldan çözecek güvenceyi biz veriyoruz. Ama bugün çözmeye karar verirlerse o noktada da Meclis zemininde biz varız.”
“İLK ADIMIN ATILACAĞI YER KHK İLE ÇIKARILAN KAYYIM MADDESİ OLMALI”
(Partinizin bu konuda önerileri var mı) “Dört başı mamur bir hazırlığımız var. Ve doğru bir zemin oluşturulduğunda bunu paylaşmaya hazırız. Ancak arkadaşlarımız, komisyonumuz hangi parti bilgilendirme istiyorsa, komisyonumuz gidip o bilgilendirmeyi yapacak hazırlık aşamasını da tamamlamıştır. Bana burada şunu söyleyin, bir örnek verir misiniz? İlk adımın atılacağı yer, güven artırıcı adımlar atılacaksa. Olağanüstü Hal döneminde Kanun Hükmünde Kararname ile çıkarılmış kayyım maddesi var. Bugün Türkiye’nin en büyük ilçesi Esenyurt’a da, Van gibi bir büyükşehire de kayyım atamış durumdalar. Geçen seçim döneminde bütün büyükşehirlere ve önemli belediyelere 49 kayyım atanmıştı. Neredeyse bu üçüncü seçim dönemi, Türklerin belediye başkanı seçebildiği, Kürtlerin yoğunlukta olduğu yerlerde Kürtlerin seçtiği belediye başkanı varsa onlara kayyım atandığı bir süreç yaşıyorduk. Şimdi bunu İstanbul’da Esenyurt’a kadar da taşıdılar. Bu konuda şöyle bir şey var. 11 siyasi partinin ortak kanun teklifi var. Yani AK Parti-MHP bloğu dışındaki bütün siyasi partilerin. Daha doğrusu Cumhur İttifakı’ndaki partiler, dört parti hariç bütün siyasi partilerin imza attığı bir teklif var. İlk adım, ilk düğmeyi iliklemek için buradan başlayalım. Hem kayyım atanan yani oy verdiği belediye başkanına kayyım atanmış herkes, yani Esenyurt için bunun adı Ahmet Özer ama Van için Abdullah Zeydan, bir başka yer için bir başka. Burada ‘Evet artık bir geriye dönüş başladı, olumluya doğru bir gidiş başladı’ deyip buradan başlayabiliriz. Bunun devamında çok net bir durum var. Bir; bazı kanun maddelerinin kötüye uygulanmasının derhal sona erdirilmesi lazım. Bazı kanunlarda değişik yapılması lazım. Bazı kanunların da yeni baştan yapılması lazım. Ben Meclis Başkanının fonksiyonunu burada önemli görürüm. Bunu bir partinin çerçevelemesi yerine, Meclis Başkanı’nın yaratacağı demokratik zeminde, partilerin görevlendirileceği teknik kişilerin bu çerçeveyi müştereken belirlemeleri lazım. Çünkü yoksa şuna döner iş, ‘Ben söylüyorum, böyle olacak’a döner. Kırmızı çizgiler, beyaz çizgiler, yeşil çizgiler yerine toplumsal mutabakatın aranması lazım.”
“KAYBEDENİN OLMAYACAĞI, KAZANANIN TÜRKİYE CUMHURİYETİ OLACAĞI BİR SÜREÇ OLSUN İSTİYORUZ”
“Orada o sandalyelerden birinin de mutlaka şehit aileleri, gaziler ve bu süreçten zarar görmüş kişilerin temsil edildiği ve onların da rızasının alındığı bir süreçten bahsediyoruz. Bunu ilk günden beri söylüyoruz. Ve şehit aileleri, gaziler, dernekleri de bu konuda Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu yaklaşımını hep olumluyorlar. Açıkça olumluyorlar, söylüyorlar. Bunun doğrusu olduğunu düşünüyorlar. Ben de şunu söylüyorum, net. ‘Arkadaşlar gelin bu sefer bu işi, Türkiye’nin en önemli meselesini sıcak siyasetin çatışmalı alanından çıkaralım ve hep birlikte çözelim. Kaybedenin olmayacağı, kazananın Türkiye Cumhuriyeti olacağı, Kürt’üyle, Türk’üyle Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşları olacağı, bu zeminin kaybedeninin olmayacağı için bir takım travmaların varsa, birlikte onarılacağı, birtakım yaraların üstünün birlikte kapatılacağı bir süreç olsun’ diyoruz. Bu parlamentonun şu yönden önemi çok büyük. Neredeyse yüzde 95 temsiliyete sahip. O açıdan önemli. Dışarıda kalan partiler, bence çok önemli. Örneğin Zafer Partisi’nin milletvekili yok, mutlaka dahil edilmeli, davet edilmeli. Hem anketlerde aldıkları oy oranına baktığımızda, hem Genel Başkanlarının şu anda içeride olduğu süreçte toplumdaki yüksek tansiyona baktığınızda. Geçen sefer Büyük Birlik Partisi vardı Cumhur İttifakı’nda. Sayın Destici dışarıda. Mutlaka davet edilip görüşü alınmalı. Neden dışarıda bırakılsın?”
“TÜRKİYE İÇİN DOĞRUYU ARAMAK LAZIM”
(Bu süreci içinden çıkılmaz duruma getirir mi) “Bir masa kurarsınız, davet edersiniz. Gelenler gelir gelmeyen gelmez zaten. Gelip de eleştirilerini söyleyenler, iyiye yönlendirmek isteyenler, kendi açısından, kendi perspektifinden bir çözüm ortaya sunanlar olur. ‘Ben burada bu olmazsa olmam’ diyenler olur. Ama ilk önce bir müzakere masasının, çözüm masasının, tartışma masasının, demokratik masanın kurulması lazım. Bizim söylediğimiz bu. Türkiye için doğruyu aramak lazım. Bundan başka bir çare yok.”
“TÜRKİYE’NİN ÇIKARLARINI SAVUNMAM KADAR NORMAL BİR ŞEY YOK”
“Biz Türkiye’de Ana Muhalefet Partisiyiz, an itibarıyla, gelecek seçimlerin müstakbel iktidar partisiyiz, öyle umut ediyorum. Millet takdir ederse iktidar olmaya hazırlanıyoruz, o yolda yürüyoruz. Ve yurt dışında iktidarda da olsak, muhalefete de olsak Türkiye’nin partisiyiz. Ben Türkiye’nin çıkarlarını savunuyorum diye şaşıranlar oluyor. Bu şaşılacak bir şey değil. Biz Türkiye’nin partisiyiz. Benim gidip de yurt dışında Türkiye’nin çıkarlarını savunmam kadar normal bir şey yok. Ben Kıbrıs’taki tezimizi de savunacağım, ben Azerbaycan’a bir haksızlık yapılıyorsa orada dost ve kardeş ülke olarak Azerbaycan’la ilgili de Türki Cumhuriyetlerle ilgili de doğru yerde duracağım. Ege Adaları ile ilgili mesele geldiğinde onu da konuşacağım. Avrupa Birliği’ne tam üyelik için sosyal demokrat partilerden… Bundan sadece yedi gün sonra, 77 ülkeden 89 parti ve İspanya Başbakanı Pedro Sanchez Başkanımız, ben de ikinci Başkanıyım. Sosyalist Enternasyonel beş gün boyunca İstanbul’da, üç günü ana toplantı, ikisi Kadın Sosyalist Enternasyonel toplantısı. Burada da Türkiye’nin tam üyeliğine çok önemli destek veren bir deklarasyon çıkarmaya çalışıyoruz.”
“OLMAZSA OLMAZLARDAN BİRİ VİZE SORUNU”
(Siz orada bir konuşma da yapacaksınız) “Tabii yapacağım. Son konuşmamda da Türkiye’nin mesela olmazsa olmazlarından biri, vize sorunu. Yani öğrencimizin, iş insanımızın, hastamızın, akademisyenimizin, vatandaşımızın vize sorununu konuşmadan mesela hiçbir zaman o toplantılardan dönmedik. Türkiye’nin sığınmacı sorunu. Ya siz Merkel’le, Erdoğan o günün şartlarında, detayını, hani çok tartışıyoruz orada. Bir el sıkıştılar, 6 milyar Euro’yu verdiniz, 4,5 milyon sığınmacıyı bize kilitlediniz, sefa sürüyorsunuz. Böyle bir şey yok. Ondan sonra devamında Türkiye’nin Kıbrıs Meselesi. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin sahiplenmesi mesela şu anda.”
“TÜRKİYE’NİN TEMEL TEZLERİNİ SAHİPLENİYORUZ”
(Mesela iki devletli çözüme yaklaşımınız nedir) “Birincisi; Türkiye’nin temel tezlerini sahipleniyoruz. Ben ilk yurt dışı ziyaretimi Kıbrıs’a yaptım. Cumhurbaşkanına, Başbakana, Meclis Başkanına, Ana Muhalefet Liderine ve diğer partilerin başkanlarına. Hepsinin farklı farklı görüşleri var. Ama en temelde şu anda Türkiye iki devletli çözüm noktasında duruyor. Bunun dışında işte Annan Planı olsun, Crans Montana Süreci olsun. Her seferinde Kıbrıs Türkü adım atmış, ya da el uzatmış, eli havada bırakılmış. Bu şartlar altında gidip de ‘Buradan bir tokat vurdun, bir de buraya vurun’ dedirtecek halimiz yok bizim. Biz Türkiye’nin haklı tezlerini anlatıyoruz. Ama Kıbrıs Meselesi ile ilgili şöyle bir yaklaşımımız var. Bu da inanılmaz kabul görüyor. Ben bunu Kıbrıs Cumhurbaşkanımıza da arz ettim. Kıbrıs’taki sosyal Demokrat Parti’ye, CTP’ye de. Ben bunu Yunan Büyükelçi’ye de anlattım, bunu Avrupa Sosyalist Partisi’nin yani Avrupa Parlamentosundaki bütün sosyalist partilerin çatı yapısı olan, orada liderlerine de anlattım. Şöyle bir şeye kitlendik diyorum. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girişi için büyük bir düğüm var çözülmesi gereken, Kıbrıs sorunu. ‘Bunu çözmeden gelmeyin’ diyorsunuz. Dedim ki, ilkokul öğretmenim Gülseren Hasyamanlar. Allah sağlık versin, izliyordur öğretmenim beni. Doksanlı yaşlarında. Bana şöyle bir şey derdi, ben bunu Avrupa’daki liderlere söyledim. ‘İlk soru çok zor geliyorsa, onunla uğraşıp zaman kaybetme, moralini de bozma. Onu sona bırak. Basit sorulardan başla, tıkır tıkır yürüyor.’ ‘Neden böyle yapmıyoruz?’ diyorum. Önce Kıbrıs sorununu çözmek yerine, Kıbrıs sorunu çözebiliyorsak çözelim. Bir yandan müzakere mi olacak görüşme mi olacak? Bunu bırakalım. Kıbrıs sorunundan önce çözebileceğimiz dünya kadar sorunumuz var bizim. Kişisel Verilerin Korunma Kanunu, işte terör tanımı, Siyasi Ahlak Yasası, Siyaset Yasası, efendim Kopenhag Kriterleri’nin yerine getirilmesi, GRECO Kriterleri falan filan. Yürüyelim, yürüyelim, yürüyelim, yürüyelim en son Kıbrıs mı kaldı? Şimdi Kıbrıs sorunu burada duruyor, üye olduğumuz güne dönelim. Bu sorunu nasıl çözdük? Bu sorunu çözerken iki devletli çözüm vardı, biz Türkiye ile Kuzey Kıbrıs’ı aynı anda aldık, Avrupa Birliği’ne tam üye yaptık. Artık Kuzey Kıbrıs’la Güney Kıbrıs arasındaki sınır yok. İkisinin ordusu ortak ordu. Para birimi Euro olmuş. Kimin kimle derdi kalmış? Hangi adı koyup çözerseniz koyun Kıbrıs sorununu, Avrupa Birliği’ne tam üyelikte siz Yunanistan, Güney Kıbrıs, Kuzey Kıbrıs ve Türkiye’yi aynı Avrupa Birliği bayrağının altında buluşturursanız sorunu nasıl çözdüğünüzün bir önemi var mı? Kendiliğinden çözülüyor. Aramızdaki bütün sorunlar çözülüyor. Biz aynı birliğin parçası oluyoruz artık. Niye bu sorunu ilk başta imkânsızlıkları konuşuyoruz? Son güne bırakalım. Alkışlarla çözeriz diyorum. Bunu Yunanistan Büyükelçisi’ne de anlattım, hatta şöyle oldu. Benim anneannem Selanik doğumlu, sizin de öyle. Sabahleyin geldi Kıbrıs Büyükelçisi, dedim ki ‘Anneannem şöyle derdi, mühim bir misafir geleceğinde. Kahvemi içmedim seni bekledim derdi.’ Dedi ki ‘Bu vardır, öyle bir şey vardır’ dedi. Biz aynı dili konuşan, kahvede bile aynı şeyleri yapan toplumlarız. O yüzden biz önce kavgayı değil, önce ortaklıklarımızı konuşalım günü geldiğinde sorunu çözeriz. Buna mesela bizim arkadaşlar da Avrupa’dan ilk ben bunu dile getirdiğimde, ‘Böyle bir yaklaşımda olmalıyız’ı, arkadaşlar böyle ‘Ha tabii’ falan diyorlardı. Şimdi diyorlar ki ‘Biz bu işin Avrupa’da bu kadar kabul göreceğini…’ Bunu anlatıp da ‘Olmaz öyle şey Kıbrıs’ı çöz de gel’ diyen yok bize. ‘Olabilir’ diyorlar. Buradaki değil, aşağıdaki basit düğmeleri ilikleyelim, en son bunu.”
“AVRUPA BİRLİĞİNE TAM ÜYELİK” VURGUSU
(Sosyalist Enternasyonel toplantısında verilecek mesajlar) “Türkiye’nin tezleri ile ilgili söylememiz gereken her şeyi söylüyoruz. Avrupa Birliği’ne tam üyelik ile ilgili söyleyeceğimiz şeyleri söylüyoruz, desteklerini alıyoruz. 77 ülkeden 89 parti bugüne kadar iki kez imzaladılar, bir kez de burada İstanbul’dan ‘CHP iktidarında Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik iradesini tam olarak destekliyoruz, bütün gücümüzle destekliyoruz’ yaklaşımının altına imza attırıyoruz. Bunun yanında tabii Türkiye’de yaşananları merak ediyorlar, biz de anlatıyoruz. Türkiye’de bir darbe süreci var. Malum Türkiye’de yaşanan darbe süreci, nasıl 15 Temmuz’da Türkiye’de bir darbe süreci yaşandı, sayın Erdoğan 16 Temmuz’da kapımızı çaldı, ‘Sizin dünya, Avrupa bağlantılarınız kuvvetli. Bu darbeyi dünyaya, Avrupa’ya birlikte anlatalım’ dediyse, biz de destek verdiysek, şimdi Sayın Erdoğan’ın partimize girişmiş olduğu darbe sürecini merak eden etmeyen bütün muhataplarımıza anlatıyoruz.”
“ERDOĞAN’IN EN KONFORLU KIYAFETİ”
(Erdoğan’ın ‘Bizi yurt dışına şikayet ediyor ifadesi) “Bu Sayın Erdoğan’ın en konforlu kıyafeti. Her yaptığını, her bildiğini yapacak, yapacak, yapacak. Sonra ‘Bu konuda bizi yurt dışına şikayet etmeyin.’ Bir ülkede bir darbe girişimi varsa, demokrasiyi askıya alıyorsa, seçim sonuçlarını yok sayıyorsa bu uluslararası toplumun konusudur. Bu herhangi bir başka ülkede olduğunda nasıl Türkiye darbeye karşı çıkıyorsa, sandığı işlevsizleştirecek her şeye karşı bütün dünyanın demokratik toplumlarının birbiriyle dayanışma içinde olma yükümlülüğü var.”
“AK PARTİ’NİN HAZIMSIZLIK GİBİ BİR SORUNU VAR”
“(Bunun devamı gelir mi) Mesela bunu geçmiş dönemlerde DEM’e de yaptıklarında, ilk belediyeye kayyım atadılar, ikinciye, üçüncüye…. 49 belediyeye kayyım atadılar. AK Parti tadına vardı mı, devam eder. (Başka belediyelerde bunun olabileceğini düşünüyor musunuz?) “Evet, şu anda eğer biz gerekli tepkiyi göstermez, bunun bir kurmaca, düzmece, kumpas olduğunu doğru anlatmaz, buna teslim olursak bunun arkası gelir. Şu anda İstanbul’da altı belediye başkanımız bizim tutuklu. Net olarak şunu söylemem lazım. (Yerine belediye başkanı seçilenler de biri hariç Cumhuriyet Halk Partili.) Şöyle, çoğunluk bizde olduğu için öyle. (‘Dolayısıyla bu Cumhuriyet Halk Partisi ile ilgili değil de başka bir şeyle ilgili’ gibi?) Öyle değil. Mesela şunu söyleyeyim. Esenyurt’un 1 milyon nüfusu var. Şişli de öyle. Şişli ve Esenyurt’ta kayyım atandı. (Bu süreçten sonra kalmaması gerektiğini söylüyorsunuz.) Kalmaması gerekir. Ama hesaba bakalım. Şişli ve Esenyurt’a kayyım atandığı gibi biz nasıl bir 19 Mart sabahına uyandık? Önce onu bir konuşalım. Bakalım onların söylediği gibi mi? Ekrem İmamoğlu bir, ilk öne Beylikdüzü’nde aday oldu. Beylikdüzü’nü AK Parti’den aldı. Birinci galibiyeti bu. Beş yıl boyunca Beylikdüzü’nde çok başarılı bir belediye başkanlığı yaptı. Beş yıl sonra İstanbul’a biz onu aday gösterdik. Cumhuriyet Halk Partisi. Akıl alır bir şey değil. 25 yıl sonra, Beylikdüzü’nü beş yıl önce AK Parti’den almış İmamoğlu bu kez İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni… Aday gösterildiğinde seçmenin belki yüzde 85’nin adını soyadını bilmediği Ekrem İmamoğlu, etkili bir kampanyadan ve Beylikdüzü’ndeki AKP ve MHP seçmenin memnuniyetinin şahitliğiyle, onun yaptığı katkılarla kimi yendi biliyor musun? Ülkenin son Başbakanı’nı yendi. O günün halen görevde olan Meclis Başkanı’nı yendi. Binali Yıldırım gibi bir marka ismi yendi. Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisinden sonra hem başbakanlığı bıraktığı, hem partinin genel başkanlığını bıraktığı, Davutoğlu’ndan sonra, en güvendiği ismi yendi. Bu onlar için büyük bir şoktu. Orada, örneğin 14 Mayıs 1950’de İsmet Paşa’nın yaptığını yapamadılar. Demediler ki, ‘Şüphesiz bu bizim yenilgimiz ama AK Parti döneminin demokrasi nişanesidir.’ Demediler. Ne dediler? ‘Seçim mundar oldu. Oylar çalındı. 41 FETÖ’cü sandık başkanı var. Bunlar bize şey yapmaya çalıştılar. Seçimler yenilenecek. Milletimiz düşünecek ve bunlara Osmanlı tokadını vuracak.’ Bu karardan 45 gün sonra 806 bin farkla millet dedi ki, ‘Patron benim. Ben kim dersem o yönetir.’ Bir kere buradan görelim ki AK Parti’nin seçim kaybettiğinde hazmetme gibi bir niyeti yok, hazımsızlık gibi bir sorunu var.”
“BEŞ YILDA BULAMADIKLARI KUSURU 11 AYDA BULUYORLAR”
“Geldik, beş yıl boyunca Ekrem İmamoğlu yönetti. Yönetirken huzur verdiler mi? Vermediler. 300 müfettiş, gece - gündüz tepesinde. Ekrem İmamoğlu’nun geçmiş döneme ilişkin ortaya koyduğu yolsuzluk dosyalarına Süleyman Soylu el koydu. Halen daha kapağını açmıyorlar. Ama 300 müfettiş beş yılı didik didik etti, hiçbir şey çıkamadı. Bulsalardı herhalde o dönemde çıkardı. Ardından bir daha seçilme gidildi. Biz tekrar Ekrem Bey’i aday gösterdik. AK Parti bu sefer şehircilikte en güvendiği ismi, kendince en marka ismi Murat Kurum’u çıkardı karşısına. Yetmedi, 17 Bakan ve bir Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Cumhurbaşkanı geldiler. Burada deyim yerindeyse mitili attılar, gece - gündüz çalıştılar. Ama Ekrem İmamoğlu bu kez farkı 1 milyon 100 küsur bine çıkararak, seçimi bir daha kazandı. Beş yılda bulamadıkları kusuru, 11 ayda buluyorlar. Ekrem Bey beş yılda yapmadığı yolsuzluğu, 300 müfettişin bulamadığı yolsuzluğu bulunacak. Şöyle bir süreç yaşanıyor. İlk önce bir altı ay geçiyor. Bu altı ayın sonucunda anketler geliyor. Memnuniyet yukarıda. Tayyip Bey’in zihninde şu duygu, şu düşünce, kendi sesi: ‘İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır. İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder. İstanbul’u kaybettim, Türkiye’yi kaybedeceğim. Ekrem İmamoğlu İstanbul’u kazandı, Türkiye’yi kazanacak.’ Bunun üstüne ne diyor? ‘Silkeleyin, madden, manen ve hukuken.’ Biraz önce başta söylediğim, bir siyasetçiyi İstanbul’a Cumhuriyet Başsavcısı atıyor, bir bakan yardımcısını. Mesela o arkadaş şöyle şeyler yapıyor. Diyor ki, ‘Bana filanca iştirakin ihale dosyalarını getirin, bütün şirketler için.’ Arkadaşlar yüklüyorlar, 300 dosya götürüyorlar. ‘Bu ne ya, bu kadar çok mu?’ diyor. ‘Bu kaç yılından itibaren?’ diyor. Diyorlar ki, yasal süre ne diyelim, 10 yıl değil mi? ‘2015 - 2025’ ‘2019’dan öncesini götürün’ diyor. Yahu şimdi sen hukuku arıyorsan, adalet arıyorsan, niye 2019 öncesi yok. Örneğin birisi geliyor, ifade verecek. İfade veriyor. İfadesinde belediye ile yaptığı işten bahsederken, ‘2017-18-19…’ ‘Onları bırak’ diyor, ‘Onları yazmayın kızım, yazmayın’ diyor. O döneme ilişkin bir yolsuzluk söylüyor adam. ‘Ben o döneme bakmıyorum’ diyor. Yani özel gelmiş. (“Bu bilgi size geldi.”) Hemen yalanlasınlar, hodri meydan. Desinler ki, ‘Biz İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden dosya istedik. Tarih belirtmediğimiz için geçmişe dönük bütün dosyalar geldi. Biz de 2019 öncesini iade etmedik’ desinler. Bu kadar net, sayın Başsavcı siyasi operasyona gelmiş.”
“ADAYLIĞIN ENGELLENMESİNE MEMUR EDİLDİĞİ NET”
“Şimdi bakın bir başsavcı düşünün ki üzerine ne vazifeyse İstanbul Üniversitesi’ne yazı yazıyor, Ekrem İmamoğlu’nun ve sınıf arkadaşlarının diplomalarının iptali için. İstanbul Üniversitesi bunu alıyor. İşletme Fakültesi bölümüne yolluyor. Savcı biraz zaman geçince, ‘Haydi acele edin’ yazısı yazıyor. Yazı ortada. Diyor ki hatta ilk yazıda, ‘Gereğinin yapılması için’ yazıyor. Orada bir yanlış anlaşılma yürüyor. Deniyor ki, ‘Diplomanın iptali istenmedi, yetki üniversitede.’ Hemen düzeltme yapıyor, ‘Diplomanın iptali dahil gereğinin yapılmasını istedik’ diye. İkinci yazı, ‘Ne oyalanıyorsunuz? Bu belge resmi kurumlara verilmektedir. YSK dahildir.’ Bak… 31 yıl önce verilmiş 28 diplomanın iptalini istiyor, ‘Gecikmeyin’ diyor, ‘Bu belge resmi kurumlara veriliyor YSK dahil.’ YSK ne yapacak? Yüksek Seçim Kurulu, Cumhurbaşkanı başvurusu adayını alacak. Yani Ekrem İmamoğlu ile uğraştığı, onun adaylığının engellenmesine memur edildiği, görevlendirildiği bu kadar net. O üniversite o diplomayı veren fakülteye yolluyor. Takip ediyorlar, ‘Haydi, haydi’ diye. Fakültedeki dekan kabul etmeyince dekan değiştiriyorlar. Yedi kişiden dördünü bulamayınca Çarşamba’ya, İşletme Fakültesi Çarşamba öğlen toplanıp, ‘Diploma geçerlidir’ diyecek diye Salı günü iftar vaktinde, İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulu. Ne için? Boya alacak. Ringlere karar verecek. Yemekhanenin temizliğine karar verecek. Yönetim Kurulu’ndan o görevleri olan, konuyla alakası olmayan, İşletme Fakültesi’yle ilgisi olmayan bir takım akademisyenlerden oluşan yetkisiz bir yerden diploma iptal ettiriyor. Bu husumet değil mi? (“Diploma iptali Cumhurbaşkanlığı adaylığını önlemek için yapıldıysa yeterli.”) Ama Tayyip Bey hep şey der ya, ‘Çift dikiş oluyor.’ EYT’liler emekli olmak istiyordu. ‘EYT’liler sonradan işe girerler, çift dikiş olur, iki maaş alır’ diye. Tayyip Bey çift dikişçidir. Sağlamcıdır Tayyip Bey. O olmazsa olsun. Belki Danıştay yapılan idari işlemi bozacak. Bölge İdare Mahkemesi bozacak. O bozmazsa Danıştay bozacak belki. O zaman bu taraftan da yürüyorlar. Ben samimi bir şey söyleyeyim mi? Ben bu yapılan haksızlığı anlattığımda, bu diploma iptalinde hele hele 35 yıl önce gazete ilanıyla çağrılmış, ‘Belgeleri koyun’ demiş, incelemiş. Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptali için 2020’de başvurulmuş, ‘Usulüne uygundur’ demiş. 9 sene önceki bir diplomanın iptali için başvurulmuş. Sayın Hulusi Akar’ın kızının. Kardeşim hakkını helal etsin, ona bir husumetim olduğundan değil. YÖK demiş ki, ‘Zamanaşımı oldu. 60 gün içinde itiraz edilmedi. İşlem kesinleşti.’ Şimdi 31 yıl geriye dönük diploma iptali yapıyorlar. Bu diploma iptali sırasında tek suçu Ekrem İmamoğlu’nun sınıf arkadaşı olmak olan 28 kişinin daha diploması gidiyor. Bunlardan biri, Galatasaray Üniversitesi’nin İşletme Fakültesi Dekanı, Sorbonne doktoralı bir hocamız. Peki soruyorum; bu hocanın diploma verdiği, sınavına girdiği bu kadar öğrencinin diploması ne olacak? Aynı mantıkla onlar da gider. Haksız mıyım?”
“ZAMANINDA NE MURAT EDİYOLARDIYSA ONU EDİYORUM”
(Bundan sonraki yol haritasının sorulması üzerine) “Ahlaki zemini korumak, ahlaki üstünlüğü korumak, bunun yarattığı psikolojik üstünlüğü korumak ve bunun yarattığı çoğunluk enerjisini diri tutmak. Bizim bütün stratejimiz bu. Diploma meselesini duyup da… Bakın bu meseleyi Japonya’nın trende basılan en yüksek tirajlı, 8,5 milyon tirajlı gazetesine de anlattım, ağzı açık kaldı. İngiltere’de The Guardian’a da anlattım, onun da ağzı açık kaldı. (‘Şikayet ediyorlar’ noktasından buraya geldik. Ne murat ediyorsunuz demiştim) Haklıydılar. Türkiye’de üniversitelerin kapıları başörtülü kardeşlerime kapatıldığında ben de onlarla eylem yapıyordum, Ege Üniversitesi’nde. Başörtülü kardeşlerim, birkaçının adıyla alınan AİHM kararları var, gidip de bütün Avrupa’yı gezip kapı kapı Türkiye’de yaşanılan hukuksuzluğu anlatırken ne murat ediyorlardı ise… AK Parti’ye kapatma davası açıldığında dört kişilik AK Partili milletvekili heyeti, ikisi genel başkan yardımcısı, bütün Avrupa’yı, dünyayı gezip bu durumu anlatırken, ne murat ediyorlardı ise… 15 Temmuz darbesinden sonra bu Fettullahçıların nasıl bir yapı oldukları dünyaya kapı kapı gezilip anlatılırken hala ne murat ediliyordu ise onu murat ediyorum.”
“ESPRESSOLAB’A KÖTÜLÜĞÜ BİZ YAPMADIK, VARANK YAPTI”
(Boykotta yerli markaların ve ekonominin zarar gördüğü iddiaları ve kahve markası tartışmaları hakkında) “Yüzde 15’e düşmüş. Ama onlara büyük kötülüğü ben yapmadım ki, Varank yaptı. Espressolab’ı çağırın bir gün, sorun. Adamlar diyor ki, ‘Yahu gençler protesto eder, biz aramızı buluruz. Ama ne zaman Varank geldi, burada kahve içti.’ Sağ olsun Sayın Varank’ın da gençler üzerinde pozitif etkisi varmış demek ki. ‘Ondan sonra bunlar oldu.’ Ben şunu söyleyeyim. Espressolab’ı anlatayım. Haksızlık olmasın. Bizim listemizde Espressolab yoktu. Neden yoktu? Bizim boykotumuz şununla sınırlı. Biz dünyanın en önemli metropollerinden birinde bir gecenin yarısı 1 milyon 200 bin kişi dronun çekebildiği yere kadar… Menzil dışına çıkıyor, otomatik geri dönüyor. Koca Saraçhane’den, Galata’ya, bilmem nereye, doldurmuşuz meydanları ve bunu görmeyen, vermeyen televizyon kanalları var. Haber veriyor. NTV için söylüyorum. Ben aradım, bizzat konuştum. Çok sevdiğim gazeteciler çalışıyor NTV’de. 1 milyon 200 bin kişiye konuşuyorum. Metnin en risksiz yerini almış. Kamerayı da normal açıdan da yakınlaştırmış. Benim yüzümü gösteriyor, sanki böyle TRT’de seçim konuşması yapıyorum. Elde mikrofon, 1,5 dakika konuşmanın en steril yerini veriyor. Buna da diyor ki, ‘Ben miting haberi yaptım.’ Kardeşim bir dron görüntüsü ver yahu. 1 milyon 200 bin kişi var orada. Yüzde 70 bizden parayı kazanıyor. Ben bunların bize yaptığı bu haksızlığa sessiz kalmayacağımı söyledim ve dedim ki ‘TRT başta, A Haber başta, Turkuaz grup başta, Demirören grup başta bunlara boykot yapacağız’ dedim. Ben boykotun B’sini ağzıma alınca, meydanda gençler hep birlikte başladılar, ‘Espressolab.’ O nereden çıktı, sonradan öğrendim, daha önce de söyledim. Hepsi birden müthiş bir tempo ile sıçrıyorlar ‘Espressolab.’ Bu vakıf üniversitelerinde, devlet üniversitelerinde, kantinlerde eskiden bu gençlerin sevdiği mütevazı, kahveyi uygun fiyata satan kahveciler varmış. Bu arkadaşlar, gençlerin iddiası o ki hükümete yakın oldukları rektörlükler üzerindeki etkileri üzerinden, bu kısmı teyide muhtaç ama algı tamamen böyle. Çünkü biliyorlar ki, ‘Gelmişler buraları bir şekilde kiralamışlar. Kahve fiyatlarını çok artırmışlar.’ Hem oradaki mütevazı esnafın gitmesine bozulmuş gençler, hem de gelenin pahalıya satmasına. Bunun üzerine onlar zaten oraları kendi çaplarında boykot ederlermiş. Biz boykotun B’si deyince binlerce üniversite öğrencisi zıplayınca ben de orada çağırmışım, gelmişler. Yahu onlar olmasa bugün İstanbul Büyükşehir’de kayyım oturuyordu. Adil Bey’i hazırladılar. Adıl Bey kramponları giymiş, çorapları çekmiş, ısınma hareketlerini yapıyor ‘Geliyorum’ diye. Gençler geldi. Önce Cumhuriyet Halk Partililer Vatan Emniyet’ten geldiler. Meydanda bir 5 bin kişi oldular. Beyazıt’tan gençler geldi. Bütün üniversiteliler geldi. 1 milyon 200 bin kişiye cesaret verdiler. Bunun üzerine ben onları mı kıracağım? Sonra Espressolab, oradan - buradan bize ulaşınca da hiç olumsuz bir şey demedim. ‘Gençlerin gönlünü yapın, listeden çıkarayım sizi’ dedim. Şimdi bir indirim tanımlamışlar. Gençler ‘He’ derse listeden çıkaracağız. Yok yeterli görmezlerse…”
“GENÇLERİN İSTEKLERİNE DESTEK VERECEĞİM”
(Boykot duruşunuz devam ediyor mu?) Bizim boykotumuz genel tüketim boykotu değil. Ona bir gün, o da yine gençler için destek verdik. Genel tüketim boykotu yapıyorlardı, bir gün destek verdik. Önce ‘Tutmadı boykot’ dediler. Sonra ortaya çıkan Merkez Bankası rakamlarıyla o gün yüzde 50 ticaretin düştüğü anlaşıldı. (Türkiye öyle bir kutuplaştı ki kimi ‘Haydi gidelim harcayalım’, ya da ekmek alacak almıyor.) Çok doğru söylüyorsunuz. Bir tarafta bomboş AVM görüntüleri, öbür tarafta bakanların alışveriş yaptığı market görüntüleri. Genel tüketim boykotunu bir gün gençlerin hatrına destekledik. Gençler istemiş kardeşim. Biz çağırınca geliyorlar. Yarın desinler ‘Destek verin’, neye istiyorsa yine destek vereceğim. Neden vereceğim? Aynı dili konuşuyorum. Ama öbür taraftan bizim boykotumuz; örneğin Demirören, onun D&R’ı var, onu boykot ediyoruz biz. Boykotyap.org ya da ‘boykotyap’ diye birçok sitemiz var, birini kapatıyorlar diğerini açıyoruz. Oradan boykot yapıyoruz. Ne zamana kadar? Bakın net söylüyorum, net. Mesela Volkswagen’i, Audi’yi, Skoda’yı Türkiye’de satıyorlar. Onların Almanya’da yüzde 25’i sendikanın. Sendikanın yönetiminde SPD hakim. Biz şu an sendikayla görüşme halindeyiz. Sürekli burayı soruyorlar. Meseleye de son derece duyarlılar. Yarın bunların boykotuyla ilgili Sosyalist Enternasyonal’de de karar çıkartırsam şaşırmasınlar. Ama net bir şey söylüyorum. Miting yapıyor muyuz? Geliyor musunuz? Geliyorsunuz. Oradan herkes tamamını verecek diye bir şey yok. Mitinge bağlanırsın 15 - 20 dakika, namuslu bir yayın yaparsın, kalabalığı gösterirsin. Çıkarsın, başka yayın yapacaksan yaparsın. Ben de boykotu sürdürürsem ne olayım? Ama yüzde 70 CHP’den parayı kazan; arabayı bana sat, belediyelerime sat, seçmenime sat, yemekleri bana sat, bizim seçmene sat, içkileri bizim seçmene sat. Ondan sonra gel, bizim yayını verme, git başka tarafa hizmet et. Nerede bu yoğurdun bolluğu, yok böyle bir şey.”
“EKREM İMAMOĞLU İLE GELECEK TÜRKİYE HAYALİMİZİ KONUŞUYORUZ”
(İmamoğlu ile konuştunuz?) “Gelecek Türkiye hayalimizi. Bugün daha Cumhurbaşkanlığı Kampanya Ofisinin yönetiminde partide kimin temsil edeceğini. Örneğin ben dedim ki ‘Genel Sekreterimiz Cumhurbaşkanlığı kampanya ofisinde olsun.’ O da dedi ‘Reformdan bu arkadaşımız olsun’, dedi ki ‘Meclis Grubundan da tecrübeli bir milletvekilimiz olsun.’ Altına nasıl bir yapı kuralım? Örneğin Gölge Bakanlıkları, Cumhurbaşkanlığı Kampanya Ofisinde, MYK’daki gölge bakanlıklardan, grubumuzdan ve dışarıdan atanacak uzmanlarla yapalım. İletişimini kim yapsın? Böyle bir şema üzerinde çalışıyoruz. Cumhurbaşkanlığı Kampanya Ofisimizin mimarisini mesela bugün konuştuk. Ben parti tarafından, o da Cumhurbaşkanı Adayı olarak dilimizi uyumlandırmak ve süreci birlikte tasarlamak… Olası projeleri en doğru nasıl aktarırız? CHP kendi program çalışmasını yapıyor. Biz parti programını hazırlıyoruz ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidar programını. Onlar da hükümet programını hazırlıyor. Bunları uyumlaştırmak lazım. Bunları çalışıyoruz. Yargı süreçlerini konuşuyoruz, çoluğumuzdan çocuğumuzdan konuşuyoruz. Biz çok iyi dostuz sonuçta. Yani yıllardır birlikte yol yürüyen kardeşten ileri iki arkadaşız biz. Ve son derecede verimli… Mesela Anneler Günü’nde 45 telefon açtım. İçeride olan herkesin yaşıyorsa annesine, eşine. İki-üç tane eksik vardı, bugün o numaraları tamamladım. Onları da arayacağım. Biz bir aileyiz. Birbirini seven bir aileyiz. Ben bugün örneğin Pınar Hanım’ın, Medya A.Ş.’nin Genel Müdürü Pınar Hanım’ın kızları ile telefonda konuşmuştum Bahar’la, Irmak, annesiyle konuştum. Bugün Pınar Hanım’a gittim, 10 dakika kayıt altındayız zaten orada. Bahar’ı, Irmak’ı, anasını, Pınar Hanım’ın durumunu konuştuk, moral verdik birbirimize. (İmamoğlu ile görüşmeleriniz de mi kayıt altında oluyor?) Her şey kayıt altında orada.”
“ÖNCEKİ GENEL BAŞKANLARIMIZA HÜRMETTE KUSUR ETMEDİK”
(Son süreçte önceki Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu ile arasında kırgınlık yaşanıp yaşanmadığı sorusu üzerine) Sayın Genel Başkan önceki Genel Başkan. Onun beni üzmeme, kırmama gibi bir mükellefiyeti yok. Ama ben mevcut Genel Başkanım. Benim onu kırmama ve üzmeme gibi bir mükellefiyetim var. O yüzden orada hiçbir sorunumuz yok. Ben saygıda kusur etmem, elimden geldiği kadar da bütün süreçlerden kendilerini de bilgilendirmeye çalışıyorum. Bundan sonraki süreçte de önceki Genel Başkanlarımıza hürmette hiçbir kusur etmedik. Sayın Kılıçdaroğlu’na da etmeyiz.”
CUMHURİYET HALK PARTİLİYİ KASTEDİYOR OLAMAZ”
(‘Hançer’ ifadeleri) “Şimdi o konuyu, bu hançer meselesini şöyle bir netleştirmek lazım. Kemal Bey’in konuşmasında şöyle söylüyordu. ‘Seçim gününe sırtımda hançerlerle girdim. Burada bir Cumhuriyet Halk Partiliyi kastediyor olamaz zaten. Ben bir televizyon programcısı olsam Kemal Bey’e bu konuşmasını bu marj içinde anlatırım. Seçimin olduğu gün ortaya en çok kendini koyan Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu, Özgür Özel, Kemal Bey’in yakın ekibi. Hep birlikte canımızı ortaya koyduk o seçim kazansın diye. Kemal Bey başka bir şey kastediyor. Yani o herhalde adaylaşma sürecinde bir takım yaşanan aksilikleri, bir takım krizleri söylüyor, ‘Sırtımda hançerle girdim’ diyor. Zaten kurultay salonunda da şöyle bir şey olmuştu. Kemal Bey bunu söyledikten sonra üç-dört saat ara oldu. Ben konuşmamı son bir gözden geçirmek için gittim. Televizyon açık. İşte sanki bize söylemiş gibi. Ben de çıktım Kemal Bey de oradayken. ‘Bu hançeri ne kendimin, ne de bu salondaki kimsenin üstüne almıyorum’ dedim. Ve biz o meseleyi orada öyle kapattık. Yoksa öyle. Ekrem Bey’e de diyor olamaz. Ben Ekrem Bey’in kendini o süreçte harap ettiğini biliyorum.”
“BİRBİRİNE GÜÇ VEREN BİR İLİŞKİMİZ VAR”
(Ekrem İmamoğlu ile arasındaki ilişki ve parti içi gelişmeler) “Bizim ilişkimiz kopmaz çünkü şöyle, kardeşlik hukukuna dayanan, güvene dayanan, birbirinden güç alan, birbirine güç veren bir ilişkimiz var. Birbirimizin evladını evladımız kabul eden bir anlayış içindeyiz. Kardeşlerden bir tanesi hapisteyse, öbürü dışarıdaysa, o onun için gayret gösteriyorsa, onu ziyarete gidiyorsa. Sen kardeşlere ‘Siz kardeşsiniz ama iktidar medyası diyor ki…’ Aramızda kardeşlik hukuku var. Bizim bir ortak hedefimiz var. Ortak hedefimiz Türkiye’nin kurtuluşu. Bu ülkedeki insanlar bize umut bağlamış. Biz 2023 seçimlerinde başarılı olalım çok isterdik. Olamadık. Basit bir siyasi okuma yaptık. Çok basit. Yapılmaması anlaşılır bir şey değildir. Millet, seçmen böyle bir seçim başarısızlığından sonra siyasetten özeleştiri bekler. Biz o özeleştiriyi verdik ve seçmen verdiğimiz özeleştiriyi, geçirdiğimiz kurultay sürecini, partideki yeni yapıyı, yeni yapılanmayı CHP’nin verdiği bir özeleştiri olarak kabul etti ve CHP’ye yeni bir kredi verdi. Biz bu krediyi aldık ve basit bir sistem kurduk. 1978’den beri siyaset kalesinin başarı kapısı üstümüze kilitliydi. Üç tane büyük asma kilit vardı. ‘Bir bakalım’ dedik ya, ‘Eskiler buraya koymuştur.’ Vallahi Atatürk bir yere saklamış onu bulduk. Birincisi gençler, ikincisi kadınlar, üçüncüsü bilim, ilim, irfan. Ölçme değerlendirme. Seçim şarkısını da odak gruplara sorarak, focus çalışmaları yaptırarak, anketler yaparak… Seçime belirlediğimiz sloganları da anketlerle sorduk. Müzikleri de her yaş grubuna dinlettik, her seçmen grubuna dinlettik. Bolca kadını, bolca genci ve yenileri aday gösterdik. 47 yıl sonra partimizi birinci parti yaptık. Türkiye siyaset tarihinin en büyük yerel seçim başarısını kazandık. AK Parti’ye bile nasip olmamış bir başarıyı. Nüfusun yüzde 65’ini, ekonominin yüzde 80’ini yönetecek belediyeleri Cumhuriyet Halk Partisi olarak kazandık. Biz bu yolda yürümeye devam ediyoruz. Ve biz bu yolda birbirimize kazık atmadık ve kelek yapmadık, kaybetmedik, birlikte kazandık, birlikte kazandırdık. Bunun moral, motivasyonuyla yürüyoruz. Bu yüzden bu meselenin üzerinde kim nifak sokmaya çalışırsa çalışsın. Diyorsunuz ‘iktidar medyası’, her akşam izliyoruz. Oraya çıkıyor birisi dünya kadar olur olmaz iftira, hakaret, komplo teorisi. Hiçbiriyle meşgul değiliz.”
“ÜYE SAYIMIZ 2 MİLYON”
(Cumhurbaşkanı adaylığı ön seçiminde adaylık başvurusu) “Tayyip Erdoğan tek aday olarak partinin kongresine giriyor. Sandık kurup oy atmıyor musunuz? Diğer adayın çıkmasına engel oluyorsanız orada demokratik bir skandal var. Mesela ben şunu biliyorum. AK Parti’nin il-ilçe kongrelerinde aday sayısı üç-dört oluyor. Çağırıyorlar adayı teke indiriyorlar. Bu yanlış bir şey. Biz demişiz ki ‘Cumhuriyet Halk Partisi Cumhurbaşkanı Adayını belirleyecek.’ Bir yandan da karşımızda inanılmaz derecede partiye saldıran ve adım adım adım Ekrem İmamoğlu’nun adaylığına engel olmaya çalışan İstanbul’a görevlendirmiş birisi var. ‘Özgür Özel Ekrem İmamoğlu’nu aday gösterdi’ desen. Arkasında bir kişi var. MYK desen 24 kişi var, ‘PM gösterdi’ desen 60. ‘Meclis Grubu gösterdi’ desen 130. Hepsini birleştirsen 210. Bizim 1,5 milyon üyemiz var. Üyeliği de açtık Şubat boyunca. 1 milyon 600 bin olur diye bekledik 1 milyon 750 bine çıktı. Şimdi 2 milyon üyemiz var. Ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu açtığı 1 milyon 750 bin kişiyle ‘Adayımızı en geniş katılımla belirleyelim’ dedik. Mansur Bey’e bu yöntemin zaten Parti Meclis Grubu, Parti Meclisi, milletvekili grubu ve MYK’daki bu karardan sonra Mansur Bey’e bu konuda bilgi verdik. Dedi ki ‘Sayın Genel Başkanım ben ön seçimi kötülemem’, kötülemedi de zaten. ‘Zamanını erken bulduğumu söyleyebilirim. Büyük ihtimalle de ben bu ön seçime girmem’ dedi. Sonrasında da bu kararını netleştirdi. Ama dedi ‘Ben ön seçimi kötüleyecek, boşa düşürecek bir şey yapmam.’ Zaten ön seçimde gitti oy kullandı. 15,5 milyon kişi oy kullandı ama Mansur Bey zaten kullanacaktı. Orada haksızlık olmasın.
“EKREM İMAMOĞLU ADAY ADAYLIĞI İÇİN EVRAKINI VERDİĞİ GÜN DİPLOMANIN İPTALİ İSTENDİ”
(Yakın zamanda seçim olmamasına rağmen neden sandık kuruldu) “Ne kadar doğru yaptığımız ortaya çıktı. Biz 23’ünde aday belirleyeceğiz. Dört gün önce 19’unda operasyon yapıyor, dört gün gözaltı süresi veriyor. Gözaltına aldığı saatten dört gün sonrası sandıkların kurulacağı saat. O saatte alıp hakim karşısına çıkarıyor. Sandıklar kapanıp aday ilan edilirken de alıyor Silivri’ye demir parmaklıkların arkasına gönderiyor. İtalyan mafya filminde yapmazlar bunu. Bakın Ekrem İmamoğlu’nun aday adaylığı için partiye evraklarını verdiği gün, -ki o evraklar yani Cumhurbaşkanı Adayı olmak için gereken evraklar- diplomasının iptali için İstanbul Üniversitesi’ne başvurdular.”
“ERKEN SEÇİMİN ADAYI ERKEN BELİRLENİR”
(Öncesinde neden bu kadar erken aday belirlemeye giriştiniz?) “Açık bir şekilde bir; zaten erken seçim talep ediyoruz. Erken seçimin adayı erken belirlenir diye. Ama daha özgün bir şekilde çerçevelendirecek olursam, şöyle bir şey var. 9 Ekim günü bir siyasetçiyi İstanbul’a Cumhuriyet Başsavcısı atadılar. 30 Eylül’e kadar geçirdiği 21 günde İstanbul’da, Beylikdüzü’nde, Ekrem Bey’den 20 yıl önce daire satın almış kişiyi arıyor, görüşmeye çağırıyorlar. Diyorlar ki ‘Kaç paraya aldın?’, bu paraya. ‘Bankaya ne kadar yatırdın, açıktan para verdin mi?’ Hani eskiden çokça olurdu ya. Ekrem Bey’in eşi, dostu, çevresi, yakın arkadaşları, akrabalarına yönelik bu tip saldırılar. Sonra belediye başkanlarımıza yönelik. Yok efendim işte Esenyurt Belediyemize, Beşiktaş Belediyemize, diğer belediyelere yönelik saldırılar. Bu saldırılardan sonra belediye meclislerinden aldıkları 10 belediyeden birer tane, Kent Uzlaşısı dedikleri… Şimdi düşünün ki biz Türkiye İttifakı diye bir şey yapıyoruz. DEM’in kendi dar tanımı, Kent Uzlaşısı. Diyor ki ‘Kazanacağım yerde kazanırım, diğer yerlerde aday hoşuma gidiyorsa ya da temsiliyet imkanı buluyorsam, demokratik görüyorsam, kent suçu işlemeyecekse destek olabilirim’ diyor. Bizim tarafımızdan da bu Kent Uzlaşısı’nı da kapsayan bir şekilde İstanbul İttifakı veya ne bileyim işte Kadıköy İttifakı, İstanbul İttifakı, Türkiye İttifakı. Bizim yazımız var yazımız, benim imzamla. Diyorum ki belediye başkanlarına, ‘Biz siyasi partiler arası ittifak kuramadık. Bu mümkün olmadı. Sandıkta bir ittifak kuracağız. Bunun için de AK Parti’den, MHP’den, İYİ Parti’den, DEM Parti’den, geçmişte siyaset yapmış bazı isimleri listelerinize önereceğiz. Bunlar toplumun kanaat önderleri, oy getirecek kişiler. Bunlara itiraz etmeyin.’ Şimdi bu AK Partili olunca sorun yok. Size 30 tane örnek sayarım Türkiye’de. Eski AK Parti belediye meclis üyesi, hatta belde belediye başkanını, il yöneticisini listemize koymuşuz oy getirecek diye. MHP’liler var böyle gelmiş olan. Bunlarda sorun yok. Koca İstanbul’da her ilçeden bir tane DEM geçmişi olanı bulmuşlar. Gözaltına alıp tutuklama yapıyorlar. Kent Uzlaşısı diye. Şişli’ye, Esenyurt’a kayyım atıyorlar. Dönüyorlar Ekrem Bey’e de bu marjda terör soruşturması açıp kayyım atacaklar. O gün 1 milyon 200 bin kişi gidip de Saraçhane’de memleketin kaderine el koyuyoruz da yapamıyor. Şimdi bakın DEM Parti’de eskiden siyaset yapmış bir kişi listede, şöyle yazıyor: ‘Kendileri belediye kazanamayacakları Batı’daki Kürtler, listelere konulmak suretiyle belediye yönetiminde söz sahibi yapıldı.’ Bunu kim yaptıysa alnından öperim ben. Bu iddianamede yazıyor. Aynen böyle yazıyor. Hemen ilk arada veririm ekrana yansıtın. Ve bakın Batı’daki Kürtler normalde seçim kazanamayacakları halde belediye meclislerine konmak suretiyle belediye meclislerinde söz sahibi yapıyorlarmış, bunu iddianameye yazıyor beyler. Şimdi biz bırakın DEM’i falan, bambaşka bir şey konuşuyoruz. PKK’nın, Abdullah Öcalan’a ‘Kurucu önder’ deyip teşekkür ediyor arkadaşlar ayrı ayrı. Bir Kürt’ün belediye meclisine girmesini kriminalleştiren… Aynen bu ifade var. Hem sorgu tutanağında var hem de HDK iddianamesinde var.”
“GELECEK CUMHURBAŞKANINA DARBE GİRİŞİMİ”
“(Operasyonun geldiğini gördüğünüz için mi adaylık konusunda erken davrandınız?) Birincisi; biz Cumhurbaşkanı Adayımızı en katılımcı şekilde yapalım. Çünkü operasyon yaptıklarının kim olduğunu biliyorduk. Kimdi? Tayyip Erdoğan’ın gelecek seçimde yeneceğinden endişe ettiği, ‘İstanbul’u kazanan, Türkiye’yi kazanır’ dediği kişiye operasyon yapılıyor. Çok net. Ben grup toplantısında bu operasyondan üç hafta önce dedim. ‘Bir darbe mekaniği işliyor. Darbe, geçen yerel seçimin seçtiği bir belediye başkanına olmaktan öte, gelecek Cumhurbaşkanlığı seçimine, olası Cumhurbaşkanına, Türkiye Cumhuriyeti’nin gelecek Cumhurbaşkanına darbe girişimi var’ dedim. Üç hafta önce. Kimse kimseyi kandırmıyor. Hepimiz birbirimizin gözünün içine bakarak konuşuyoruz. Gözü karartmışlar. Ekrem İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanı Adaylığına engel olmak için operasyon yapacaklar. Ben de diyorum ki, ‘Bir kişinin, beş kişinin, 50 kişinin değil, 1 milyon 750 bin kişinin adayını gel al’ diyorum. O da restine rest diyor, dört gün önce alıyor. ‘Aha da aldım’ diyor. Millet de alamazsın deyip 15,5 milyon kişi arkasında duruyor.”
“SEÇİMDEN KORKTUKLARINI MI SÖYLEYECEKLER?”
(Ara seçim tartışmaları) “Biraz hani teknik bilgiden yoksun, çok tartışma yapıldığı için özetleyeyim. Ara seçim, 30 ay geçmeden yapılamıyor, yani 2,5 yıl. Son bir yılda yapılamıyor. 30 ay geçtikten sonra bir kez ara seçim yapılmalı, boş sandalyeler için. Bunun için Meclis karar almalı. Bunun için şu anda Allah rahmet eylesin, en son Sırrı Önder’in de kaybıyla sekiz milletvekilliği boş. İşte belediye başkanı seçilenler, hayatını kaybedenler. Bu sekiz milletvekili için ara seçim yapılacak. Eğer bir seçim bölgesi komple boşalırsa, hemen o seçim bölgesi için. Parlamentonun yüzde 5’i, bugünkü rakamlarla 30 milletvekili boşalırsa da bu süre beklenmeden ara seçim yapılması lazım. Bunun için şöyle bir yol da var. Nasılsa Kasım ayından sonra boşalan sekiz milletvekili için ara seçim yapılacaksa, o zamanı beklemeden şimdi ya da o zaman. O zaman illa 22 kişiye de gerek yok. Örneğin Türkiye coğrafyasında birer milletvekili boşaltarak, Türkiye’nin yüzde 80’inini bir pazar günü ara seçime götürsek de ‘O anket öyleymiş, bu anket böyleymiş’ bu seçimden, sandıktan kaçan hükümet için önüne bir sandık koysak, bu koyduğumuz sandık da şöyle olsa. (Olabiliyor mu?) Olabiliyor tabii. Genel Kurul’da onaylanmazsa şunu söyleyecek AK Parti. ‘Biz ara seçimde İstanbul’da kantara, İzmir’de, Ankara’da, Samsun’da kantara çıkmamak için istifa etmiş bir milletvekilinin istifasını kabul etmiyoruz. Çünkü seçimden korkuyoruz.’ Bunu mu diyecek? Her şey ihtimal dahilinde. Ben neden Cumhuriyet Halk Partisi’nin yeni dönem siyasetinin AK Parti ve MHP tarafından devamlı konuşulmasından, bütün televizyonlarda devamlı konuşulmasından memnuniyet duyuyorum? Çünkü siyaset yapıyorum. Yapabilirim, düşünsünler. Yapmayabilirim, onu da ben bilirim.”
“İKTİDARDA NASIL KALACAKLAR?”
“Ara seçimde şunu söyleyeyim. Şu kısmı önemli. Bir pazar günü sandık kuracağız, Türkiye’nin yüzde 80’inde. Niye yüzde 100’ünde kurmuyoruz? Sen de gel, aday ol. Yapalım genel seçim. Nasılsa erken seçim olduğunda aday da olabiliyor Cumhurbaşkanı. ‘Niye yüzde 100’ünde yapmıyoruz. Niye kaçıyorsun?’ sorusuyla yüzleşebilirler. Erken seçim yapmadıkları ara seçimde, yani 3 bin kişiyle yapılan ankete itibar ediyoruz da örneğin 40 milyon seçmenle yapılan ara seçimde iktidar partisi bugün anketlerde göründüğü gibi ikinci parti, ittifak ortağı da beşinci ya da altıncı parti olduysa, o zaman nasıl kalacaklar iktidarda? Bir meşruiyet tartışması çıkmayacak mı? Ara seçim tartışması bu. (Orada Sayın İmamoğlu ile ilgili bir şey var mı kafanızda?) Şu an için öyle bir şey yok. (İmamoğlu sonuçta cezaevinde ve görünen tabloda aday olamıyor.) Şu an için değil. Diplomasını iptal ettiler. Bölge İdare Mahkemesi’ne başvuruldu. Yürütmeyi durdurma talebimiz var. Yürütmeyi durdurma çok uzun öyle vadede görüşülmez. Yürütmeyi durdurmanın sağlanmasıyla birlikte yeniden adaylık koşullarına kavuşur. (Ahmak davası da duruyor istinafta?) O da istinafta duruyor. İstinaf ve Yargıtay süreci var onun. (Bir de yolsuzluk soruşturması var. Aslında Sayın İmamoğlu ile ilgili birkaç tane engel var.) Şu anda somut engel, diploma. Yürütmeyi durdurma ile birlikte ortadan kalkabilir. ‘Ahmak’ davası istinaftan sonra Yargıtay aşaması var. Bu davanın daha çok zamanı var.”
“EKREM İMAMOĞLU’NUN ADAYLIĞI DIŞINDA BİR SEÇENEĞİ KONUŞMAYI DOĞRU BULMAM”
(Cumhuriyet Halk Partisi’nin diğer Cumhurbaşkanı adayının Mansur Yavaş olup olmadığının sorulması üzerine) “Ekrem İmamoğlu’nun adaylığı dışında bir seçeneği konuşmayı şu an için doğru bulmam. Çok ısrar ediyor, mesela geçende kimdi hatırlamıyorum bir televizyon veya Youtube kanalında bir sayın gazeteci… ‘Bizim A, B, C, Z planımız Ekrem İmamoğlu…’ Onu çıkaracağız, aday yapacağız, seçimi kazanacağız. Çünkü neden? Ben artık adayı değiştiremem. Aday kendini bile kendi değiştiremez. Arkasında 15,5 milyon vatandaş var. Öyle bir şey yaptılar ki… Ben aday olacak şartların sağlanacağını, bu diplomanın geri geleceğini düşünüyorum. O gün geldiğinde aday olabiliyorsa Ekrem İmamoğlu, o gün geldiğinde aday olamıyorsa… Zaten düşünün ki 15,5 milyonun aday gösterdiği, milyonların sokağa döküldüğü, her Çarşamba akşamı bir ilçede, her hafta sonu bir ya da birden çok ilde ‘Ekrem İmamoğlu’na özgürlük, adayımı yanımda, sandığımı önümde istiyorum’ kampanyalarının yapıldığı, her geçen gün mücadelenin büyüdüğü bir yerde sen milletin adayını milletten kaçırırsan, millet o adayı aday yapmadığında, o adayın yerine gösterdiğin adaya yüzde 70 oy verir, CHP’ye de 400 milletvekili verir. Veya bu adaylığın arkasında duran partileri 400 milletvekili verir. O zaman ne olur? Dedim ki, ‘400 milletvekili olursa hızlı bir şekilde güçlendirilmiş parlamenter sisteme döneriz.’ Çünkü ‘CHP parlamenter sistem istiyor, istemiyor’ diye lüzumsuz bir tartışmayı da köpürtmeye çalışanlar var. O zaman ne olur? Ekrem İmamoğlu, güçlü parlamenter sistem varsa icranın başı olur; Başbakan olur. Sordular dediler ki ‘Peki tarafsız Cumhurbaşkanı kim olur?’ E o da bugünkü performansına bakarsan Mansur Yavaş olur. Benim kendimle ilgili ‘Kendime de öyle bir yer bulayım’ filan diye bir hesabım yok. Yerine aday… Yani sen Ekrem İmamoğlu’nu aday yapmadın, yerine aday. Mansur Bey geçtiğimiz günlerde şöyle bir şey demişti, ‘Kimsenin yedeği değilim.’ Ben de kendisini bu pozisyona sokmak istemem. Şu anda bakın, bu başka bir şey. Yani ‘Ekrem Bey aday olamazsa, yedek aday Mansur Bey’ desem Mansur Bey’e hakaret. Mansur Bey, Cumhuriyet Halk Partisi’nin de Türkiye Cumhuriyeti’nin de Cumhurbaşkanı adayı olma noktasında veya Cumhurbaşkanlığına layık olma noktasında benim gözümde bir değersiz kimlik, kişilik değil ki ben onu yedek aday pozisyonunda isimlendireyim, konumlandırayım. Burada gösterdiğim hassasiyet budur. Yoksa Mansur Yavaş… Mansur Bey’in, Ekrem Bey’le gösterdiği dayanışma da çok önemli. Bu süreçte gösterdiği partili kimliği de çok önemli. Hukukçu kimliği de çok önemli. İcracı kimliği de çok önemli. Vatandaştan aldığı teveccüh de çok önemli. O gün geldiğinde, şartlar geldiğinde kendisi ne düşünür, biz ne düşünürüz, parti ne düşünür, parti kamuoyu ne düşünür? Hepsine bakılır. Ama A, B, C, Z planımızın Ekrem İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı sisteminde icranın başı olduğu için, milletin adayı olduğu için, Cumhurbaşkanlığı olduğunu söyledim. O yüzden meselenin özü de sözü de budur. Zaten Mansur Bey de bu konuda bununla çok uyumlu açıklamalarda bulunuyor. Ben ne Mansur Bey’i değersizleştirecek bir şey söylerim. Asla yapmam. Çünkü onunla da aramda çok önemli bir hukuk alanı var. Kişisel hukukumuz da çok güçlü, parti hukukumuz da çok güçlü. Ekrem Bey’in de pozisyonunu zayıflatacak bir şey yapmam. (Aday belirleme sürecinde o hukuku biraz zedeleyecek şeyler yaşandı mı?) “Hiç. Zaman beni doğruladı. Hatta Mansur Bey’in bütün açıklamaları, o günkü konjonktürde, o günkü şartlarda bazı arkadaşlar gazetecilik yaptılar. Bazı görüşmeler yaptılar, bazı haberler yaptılar. Ama ben şunu söyledim. Biz Mansur Bey’le bütün ihtimalleri konuştuk. Mansur Bey, ‘Bu süreçte partim görev verirse’ diyor, Ekrem Bey de ‘Biz Cumhuriyet Halk Partiliyiz ve partimizin verdiği görev dahilinde’ diyor.”
“KENT UZLAŞISINA İLİŞKİN SAVCININ İFADELERİ AÇIK AÇIK YAZIYOR”
(Kent uzlaşısında tutuklama talebinden alıntı gündeme geldi. ‘Kent Uzlaşısı formülü ile batı il ve ilçelerindeki Kürtlerin, belediyeleri kazanamasalar da uzlaşılacak ve desteklenecek aday karşılığında, belediye meclislerinde belli sayılarda kota elde edilmesi sonucu belediye meclis kararlarında söz sahibi olmalarının, yerel yönetimlerde yer almalarının ve siyasi bir denge olmalarının amaçlandığı… ‘Bunu kim yazdı?) Bunu bir savcı yazdı. (Ama bu ifade doğru bir ifade değil) Çok tehlikeli bir ifade. İşte burada yazıyor. Açık açık yazıyor. Kent uzlaşısı denildi. (Kürt nüfusun ya da Kürtlerin değil de terör örgütüne yakın dese anlarım) Onu dese zaten... İspatlayacak. Neden? Bakın şundan ‘Terör örgütü mensuplarının’ diyemiyor. O adaylar bir yıl önce gittiler adliyeye, temiz kağıdı aldılar. Ben nereden bileceğim terör örgütü üyesi mi, değil mi gelen adam? Devlet söylüyor bana. Temiz kağıdı veriyor. Temiz kağıdı varsa aday yapıyorsun. Ondan ‘Terör örgütü üyesi’ demiyor, Kürtler, Kürt nüfusu. Bakın şu ifadeler var ya, bugün neredeyiz? Bu ifadeler nasıl bir kafanın ürünü. Partime yapılan operasyonu görün diye söylüyorum bunu. Bununla insan tutukladılar ya.”
“ERDOĞAN TERÖRLE SUÇLANDI AMA SABAHIN KÖRÜNDE KAPISINA POLİS ARABASI GİTMEDİ”
“İmamoğlu’ndan ziyade onu seçen 15,5 milyon vatandaştan utanırım. Ümit ediyorum. Tayyip Erdoğan da şunu mutlaka hatırlamak durumunda. Hepimiz Tayyip Beye hatırlatmak durumundayız. Tayyip Bey, İmamoğlu’nun, Ekrem Başkanın muhatap olduğu bu bütün suçlamalarla, yolsuzluk, irtikap, rüşvet ve fazlasıyla terör örgütlerine destek, onunki Afganistan’daki terör örgütleri filan, suçlandı. Bunlardan yargılandı. Ama asla sabahın köründe kapısına polis arabası gitmedi. Onu alıp da adliyeye zorla getirmediler. Doktor kontrolüne her gün götürüp, getirip o görüntüleri servis etmediler. Asla tutuklanmadı, tutuksuz yargılandı. Ceza aldığı davadan da ceza aldığında Saraçhane’den çıkıp kürsüye çıkıp davulla zurnayla Pınarhisar Cezaevine yollandı. Yanında yatacak koğuş arkadaşı bile ayarlandı. Böyle bir süreç yaşamış birisinden, şimdi selefine bunları yaşatan birisine dönüştü Tayyip Erdoğan. O yüzden 15,5 milyon kişi sandığa gidip Tayyip Beye bunu hatırlatıyor. Diyoruz ki ‘Adayımı bırak, sandığı getir.’ O yüzden ben Ekrem İmamoğlu, benim Hasan Amcamın oğlu, benim yakın dostum. Dilek Hanımın eşi, bir kişi olmaktan çıktı. 15,5 milyon kişinin adayıdır yani. Yolsuzluk meselesi hiç olmadı zaten. (Yolsuzluk meselesinin hiç olmadığını düşünüyor musunuz?) Evet. (Yolsuzluk var mıdır?) Yolsuzluk diye bir şey vardır ama bu dosyada yolsuzluk diye bir şey yoktur. Yolsuzluk oluyor olabilir mi?”
“AK PARTİ KİR GÖSTERMEYEN BİR PARTİ OLDUĞUNA GÜVENİYOR”
“Ben kendi belediye başkanlarıma hep şunu söylüyorum. ‘Arkadaşlar Cumhuriyet Halk Partilisiniz, çok dikkatli olmalısınız. Biz kir gösteririz. Biz beyaz bir sayfayız. Üzerine bir nokta koyarlar, o kiri gösteririz. AK Parti’nin koyu gri rengine güvenerek, kir göstermeyen bir parti olduğuna güvenerek, AK Parti’nin yaptıklarını sakın yapmaya kimse kalmasın.’ Yeterince açık mı?”
“TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ BİR KEZ DAHA DEMOKRASİYLE TANIŞTIRMAK İSTİYORUM”
(Erdoğan’ın kendisine yönelik adaylık sözleri hakkında) “Şimdi çok enteresan bir şey var. Benim Partimin Genel Başkanı olarak bir hedefim var: Sayın Erdoğan’ı eğer aday olabilirse seçimlerde yenmek, Türkiye Cumhuriyeti’ni bir kez daha demokrasiyle tanıştırmak ve Türkiye’yi kalkındıracak bir yol haritasını, Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefiyle yürüyeceğimiz bir yol haritasıyla bu ülkede insanların yüzünü güldürmek istiyorum. Benim çok ulvi, çok kutsal, ilerde de çok gurur duyacağım bir hedefim var. Sayın Cumhurbaşkanı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bir koltuğunda oturuyor, ne kadar hakkını verdiğini milletimiz takdir edecek bir sonraki seçimlerde. Ben de Atatürk’ün bir diğer koltuğunda oturuyorum. Sayın Cumhurbaşkanında çoklu koltuk yetmezliği var. Çoklu yetki karmaşası var. Ben oturduğum koltuktan memnunum. Atatürk’ün bu koltuğu bana yeter. Diğer koltuğuna da bir başka Cumhuriyet Halk Partiliyi oturtup bu ülkeyi kurtarmak istiyorum. Neden bu gerçekle yüzleşmek yerine fal bakıyor, falcılık yapıyor? Niye böyle zar atıyor? Pencü dü İttifakı diyorum bunlara. Gülüyorlar ondan sonra. Beşinci parti ile ikinci partinin pencü dü ittifakı. Eski güçlerinde değiller. Ne birinci partiler, ne mecliste öyle, ne sokakta güçlüler... İnsan içine çıkamaz, kimseyi ikna edemez durumdalar. Salonlarda atadıklarına kendilerini alkışlatan, beşinci ve ikinci partinin ittifakının Türkiye’nin geleceğinde bir kez daha 100 yıl sonra çok önemli bir görev üstlenmeye hazırlanan partinin geleceğini tayin etmeye hakları da yok, hadleri de yok. Kendi işlerine baksınlar, bavul toplasınlar.”
“TAYYİP ERDOĞAN’IN VİDEOLARINI İZLESİN”
(İttifak tartışmaları) “Size televizyonculuk öğretecek değilim ama şunu yapmak lazım. Tayyip Erdoğan’ın kendisinden seçilmiş bir milletvekili istifa edip başka bir partiye gitmeye kalktığında, hatta bağımsız kaldığında ‘Bu namusluca bir davranış değil’ deyip, ahlaktan dem vurup, ‘Sen bir partinin oylarıyla seçilip sonra gidiyorsun’ deyip, ‘Eğer milletvekili bir partiden istifa ediyorsa bence milletvekilliğinden de istifa etmesi gerekir. Onurlu, şerefli davranış budur’ diyordu. Bugün bakın, bırakın bağımsız kalmayı ya da mesela şu olabilir. Bir ittifaktan seçilmiştir, bir partiden ayrılır, benzer yönelimde bir partiye gider. Yine bir muhalefet partisine gider. Ona oy veren seçmen bu iktidara muhalif olsun diye oy vermiş. Partisinde huzur kalmamış, istifa eder başka partiye gider. Buna kimse bir şey demez. Zaten CHP listelerinden seçilmiş. Biz yine de kendi partilerinde kalmak isteyen bir tek milletvekiline herhangi bir şey söylemişliğimiz yok. Ama Tayyip Bey’e karşı, biz ne diyoruz? ‘Tek adam rejimine karşıyız’, ittifak yaptık, bilmem ne. Konya’da zaten sınırlı sayıda gücümüz var. O gücümüzle seçilmiş beyefendi iki milletvekili hakkımızdan birini almış, onu da gitmiş AK Parti’ye taşıyor. Ben ne diyeyim ona yani? Tayyip Erdoğan’ın videosunu izlesin, kendileri ile ilgili düşünceleri için.”
“DELİ SAÇMASI İDDİALAR”
(TBMM’ye gelen yeni soruşturma dosyaları) “Fezleke değil onlar. Yürütülen bir soruşturmada dokunulmazlığı olanlar olduğu için onlara bir şey yapamıyor, dosyayı yolluyor. Bu deli saçması bir sürü iddialar. Esas mesele şu, bir haftaya giriyorduk. O haftada plan şuydu: İBB’ye kayyım, CHP’ye kayyım, İstanbul Belediyesi’ne kayyım. Biz o oyunu bir yerde bozduk. Daha sonra CHP’ye kayyım lafları geldiğinde Sayın Bahçeli de dedi, ‘Böyle saçmalık olmaz, nereden çıktı?’ diye. Hatta bir gazeteci, beyefendinin ifadelerini söyledi. Onu da bütün Türkiye linç etti. Bu o günlerde kurulan bir kumpasın artçıları bunlar, bunlar olacak. Türkiye siyaseti bundan kurtulacak.”
“O MESELEYİ BİRİLERİ FAZLA BÜYÜTÜYOR”
(Muharrem İnce ile temasları) “Dün Muharrem Bey ile bir yazıştık. Ankara’ya gelince bir çay içelim, sohbet edelim diye. O meseleleri birileri fazla büyütüyor, fazla köpürtüyor. Vaktimiz var, Muharrem Bey’in bir partisi var. Muharrem Bey’in gelip de bizim kapımızda yattığı yok. Öyle bir pozisyon yaratıyorlar ki Muharrem Bey ‘Bizi alın’ der gibi. Onu da zor durumda bırakıyorlar. Cumhuriyet Halk Partisi’nin de bu dar zamanda gidip de işte onu bunu… Bizim Muharrem Bey ile çok sağlıklı bir ilişkimiz var. Zaman zaman kahvaltı ediyoruz, sohbet ediyoruz. Gelecek hafta, gelecek hafta değilse takip eden hafta mutlaka bir araya geleceğiz. Bizim ‘baba ocağı’ dediğimiz yere, Muharrem Bey bu baba ocağının zamanında bacası tütsün diye odun çekmiş insanlardan biridir. O buraya gelmek isterse, bizim onunla birlikte siyaset yürütme noktasında olursak, en kolay birlikte olacağımız kişilerdendir. Hiç orada bir sıkıntımız yok. Yalnız bu iş böyle iki tarafı da rencide edecek bir boyuta bazen sokulmaya çalışılıyor. Ona gerek yok, daha çok zamanımız var önümüzde.”
“ANAYASA MESELESİNE MESAFEMİZİ KORUYORUZ”
(Anayasa değişikliği tartışmaları) “Biz Anayasa meselesine mesafemizi koruyoruz. Şundan dolayı, zaten terörsüz Türkiye, Kürt meselesinin çözülmesi noktasında atılması gereken demokratik adımların ya mevcut yasaların kötü uygulanmasından, ya yasaların revizyon ihtiyacından ya da yeni yasa yapmayla. Çünkü biz mevcut Anayasa’ya uymayanla Anayasa yapma, onların bizi çekmek istedikleri irregular bir zeminde, yetkiler var, Anayasa’ya uymuyor… Geçen gün Hakimler Savcılar Kurulu’na üye seçilecek. Diyor ki, ‘İki tane nitelikli çoğunluk’ demiş, birinci turda beşte üç, ikinci turda üçte iki. Bunlar sağlanmadığı takdirde kuraya gider. Burada sağlanamıyor, kuraya gidilecek. Kura yerine, Anayasa bu kadar açık yazıyorken, var güçleriyle ‘Biz 30 kişiyiz, dediğimizi yaptırırız’, üçüncü tur oylamaya geçiyorlar. Neymiş? Kuraya girecek iki adayı da AK Partili yapmaya çalışmak için. İki adayı da AK Partili yapmak için. Anayasa’da olmayan şeyi yapıyor. Şimdi bu adamlarla Anayasa değişikliği yapılır mı? İkincisi; yasal düzenlemelerde hiç olmazsa Meclis zemininde bir mücadele verirsin, anlatırsın, doğrusunu önerirsin, katkı sağlarsın. Bir Anayasa yapacak mı bu ülke? Yapacak. Sivil, demokratik, çağın ihtiyaçlarını karşılayan, 12 Eylül’ün tortularından kurtulmuş, YÖK’ü defetmiş, düşünce özgürlüğünün önündeki bütün engelleri kaldırmış, yasakları yasaklamış, özgürlükçü bir Anayasamız olacak mı? Olacak. Ne zaman olacak? İnşallah milletimiz Türkiye’de demokrasi getirecek bir seçimi gerçekleştirince.”
“HESABINI SANDIKTAN KAÇARAK YAPMASIN, SONRA AVUCUNU YALAR”
(2028’e birkaç ay kala erken seçim senaryosuna hakkında) “Avucunu yalar, aday olamaz. Avucunu yalar. Beklerim üç ay daha, aday olamaz. (Ama ‘karşıma çıkmaya cesaret edemiyorlar’ diyecek.) Ben ara seçim yapmaya kalktığımda milletvekilimin istifalarını kabul etmeyen… Bir siyasi bedel ödemeyi göze alıyorsa bu kadar zulümden sonra… Bunca süre demişim, ‘Sandığı getir, adayımı getir’ demişim. Çok istiyorsa gelsin, seçimi yapalım. Bakın ben şunu söylüyorum. Bu zaman benden niye kaçıyorsa, hesabını sandıktan kaçarak yapmasın kardeşim. Bu kadar söylüyorum. Hesabını sandıktan kaçarak yapmasın. O gün geldiğinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin yetkili kurulları var, hesabını, kitabını yapar. Ama bakın şunu söyleyeyim. Kendi görüşümü söylüyorum. Avucunu yalar. Şöyle ben tek adam olmadığım için, ben bunu giderim ‘Arkadaşlar biz bu beyefendiye yıllardır erken seçim dedik, milletin anasını ağlattı. Yokluğa, yoksulluğa, sizlere rağmen bunları yapmış. Şimdi gelmiş aday olacağım, son bir şansımı deneyeceğim diyor. Bence avucunu yalasın’ derim. Benim görüşüm o.”